Kayan yazı

hukuk felsefesi ve sosyolojisi arkivinin tüm sayılarına çevrim içi erişebilirsiniz http://hfsa-sempozyum.com/ diğer önemli bir kaynak hukuk kuramı http://www.hukukkurami.net/

29 Kasım 2015 Pazar

ahmet uluçay

geçtğimiz haftaki derste, sosyal medyada konusu tarih olan popüler bir dizi hakkında yayından kaldırılmasına yönelik paylaşımları gördüğümde duyduğum rahatsızlığı derste paylaşmıştım. herkesin kötü olduğu ve bizi bulunduğumuz o saf, müstesna, mütane konumdan indirmeye çalıştığına yönelik algıdan uzun zamandır çok rahatsızlık duyuyorum. bu algı, bizim dışımızda kafası hep kötülüğe çalışan ve bizi milli ve manevi değerlendirmemizden uzaklaştırmaya çalışan insanları ve onların yaptıkları işlerin ortadan kalkması ile her şeyin ortadan kaldırılacağını düşündürmekte, yani en azından sosyal medyada ve günlük hayatta görebildiklerim öyle. 

derste, bu durumu eziklik (bir önceki haftada kullanmıştım, yanlış tercih yaptığımı düşünüyorum) olarak niteledim. yani biz edilgen durumdayız, her türlü etkiye açığız ve bu etkilere karşı yapabilecek bir şeyimiz yok. dolayısıyla bize etki eden her türlü şey ortadan kalkmalı. (olayı vulgarize ederken nüansları kaçırıyor olabilir veya siz bu konumda olmayabilirsiz). tarihimizi çarpıtıyorlar, doğru aktarmıyorlar ifadesi, doğru, "hakiki" tarihe sahiplik iddiasını da içeriyor. kaldı ki gerçekten de hakikatei yansıtmıyor olabilir.  günümüzde yaşanan tek bir olayın farklı farklı aktarımlarını gördükçe tarih adına duyduğum şeylere de çok güvenmemem gerektiğine kanaat getireli epey oldu. kendime bir tarih algısı oluşturdum gibi ama onun konumuzla ilgisi yok. 

hakikisi bizdeyken aktarım araçlarının (tv-sinema-medya) bizde olmaması, en azından bize bu "kasıntlı 
yanlışlığın" ortadan kaldırılmasını talep etme hakkını tanıması gerektiğine dair bir itiraz aldım.
bu itiraz üzerine dizi izlememenin bir seçenek olduğu ve izleyemeyebileceğimizi ya da hakikisine sahip olduğumuz tarihi gerçekliği kendimiz aktarmamız gerektiğini söyledim.
bu itirazın öncesinde veya sonrasında J.Stuart Mill'in düşünce özgürlüğünün bizatihi sahip çıkılan düşünce için gerekli olduğunu, zira iddiasının muhalefini ortaya çıkma hakkı vermeyen düşüncenin en büyük kötülüğü kendisine yaptığı zira, muhalif düşünce haksız ise bu onun meydana çıkıp kendi kendine ortadan kaybolmasını sağlayacaktır. yok eğe muhalif düşünce haklı ise yanlış bir düşünceye sahip olmanın kötülüğünden bizi kurtaracağını anlattım (inanca ilişkin kısımda bkz: the backfire effects). 

çarşamba günkü dersten beri aklımın bir köşesinde bu konu var. konumuz dizi olduğu için acaba sinema-dizi üretiminde imkanlar ne kadar insanı sınırlandırmalı. ya da biz sıradan insanlar için bu silahların eşitsizliği durumunu nasıl yorumlanmalı. 

herhalde öncelikle bir tv dizisinin değerini tespit etmek lazım. ona yüklediğimiz anlam bize nasıl hareket edeğimizi belirleyecek. sadece bir eğlence  aracı olarak görüyorsak bu durumda çok dikkate almamıza gerek yok. yok eğer bize eğlencenin yanında ve belki ötesinde bilgi aktaran bir araç olarak görüyorsak ve aktardığı bilginin yanlışlığını biliyorsak gene sorun yok. hakikisi bizde. geriye en sorunlu olan kısım bilgisi olmayanların ya da henüz bilgi edinme aşamasında olan küçüklerin yanlış bilgilenmeleri ve kötü etkilenmeleri olur ki, tv dizisi dışında (ve onun kuvvetinde) öğrenebileceği etkin kaynaklar sunamıyorsan o kadar da yakınmamak lazım.

tv-sinemanın para kazandıran bir ticaret kolu olduğu ve dizi-film çekilirken de bunun dikkate alındığını unutmamak lazım. nihayetinde yüzüne bakılmaması halinde yüzüne bakılan her ne ise rakip kanallarda aynısının üretildiğini unutmayalım. örnek olarak dönem dönem çoğalan, ağa dizileri, lise-üniversite dizileri, şu andaki tarih dizileri, evlilik programları, sağlık programları aklımıza gelebilir. burada içerik üreticileri hiç mi bu işleri yönlendirmiyor sorusu gelebilir, elbetteki onlarda izleyici istedikleri yönde etkilemek isteyeceklerdir. çamaşır deterjanı tercihinizi etkilemek için onlarca reklam yapıldığını düşünürsek sizi yönlendirme konusunda isteksiz ya da eylemsiz oldukları düşünülemez.
ancak bu bize yönelik içeriklerin bizim taleplerimiz dikkate alınarak (en azından ana akım medyada) üretildiğini unutmamak lazım. ilber ortaylı'nın bu binaları yapan müteahhitlere dil çıkarsaydınız bunları (ucube çok katlı insanı merkeze almayan) yapamazlardı ifadesi burada da kullanılabilir.


konuşurken yaptığım hatayı yazarken de yapıyorum ve bildiğim, bilebildiğim önemli gördüğüm her şeyi aktarmaya çalışıyorum. benim meselem ahmet uluçay (1954-2009) ve belki biraz mustafa akkad


 


zaman zaman açar dinlerim kendisini, keloğlanın padişahın kızını almasını düşünür neden olmasın derim. elbette kimseden ahmet uluçay gibi yaptığa işe tutkun olmasını bekleyemeyiz. ama gene de, ne bileyim, ne yaparsak yapalım arkasında duygu olmalı arzu olmalı şevk olmalı. yoksa yaptığımız işler tatsız tuzsuz oluyor. 

dünyayı güzelleştiren insanlar var. bağırıp çağırıp ses etmeden yapıyorlar işlerini. varlık yokluk demeden sürdürüyor  böyle güzel insanları tanımak umut veriyor. bir şeylerin böyle olmak zorunda olmadığını öğretiyor.  zorda kaldığımızda işlerin tüm zorluklara rağmen olabileceğine inanmak istediğimizde destek aradığımızda başvurabileceğimiz, hatta başvurmamız gereken bir insan ahmet uluçay.

kemal sayar bir kitabından kötü hadiselerin yer aldığı üçüncü sayfa haberleri yerine sadece iyiliklerin, güzelliklerin yer aldığı haberlerin olmasını öneriyor bir ktiabında. yanılmıyorsam ingiltere'de gördüğü bir örnekten de bahsediyor. 

yazı dağınık oldu. girişteki gibi ahmet uluçay hakkında öznel değerlendirmeler yazamadım yazmayacağım. ne kadar etkileyici olduğun umut verici olduğunu vs anlatamadım ama zaten gerek de yok kendi anlatıyor, tanıdıkları anlatıyor. yaptığı işler anlatıyor. o nedenle vazgeçtim.

ahmet uluçay'ı daha iyi tanımanız için size bir  izlence sunuyorum.


peki neden ahmet uluçay:  

öncelikle umut aşıladığı için 


-abi para değil şimdi ya isteyeceksin bir şeyi çok isteyeceksin, parada bulunuyor her şey bulunuyor bütün imkanlar bulunuyor.

-derdim ilk günden beri uzun metraj yapmaktı, çünkü benim anlatacaklarımı böyle elimi kolumu sallaya sallaya rahatça anlatacabileceğim bir sinema yapmaktı benim derdim. hatta ilk filmimizi çekip ankara film festivaline gittiğimizde, fransız kültür merkezinde bana da söz verdiler nasılsa?

-ben dedim, uzun metraj yapmak benim derdim o dediğim zaman. herkes kıkırdadı. kıkırdadılar böyle salonun içinde bir kıkırdı dolastı, salonda tam dolu.

-dedim ki; gülün bakalım keloğlan dedim keloğlan başında bir tek tel dahi saçı yoktur keloğlanın dul bir anası vardır. yıkık viran bir kulübesi vardır tutar padişahın kızına aşık olur. tutar sonunda padişahın kızını alır. padişahın kızını keloğlan aldı biliyor musun?

-keloğlan padişahın kızını aldı biliyor musun?



sinema varoluşuna mündemiçti.





sadece tutkusu yoktu onu gerçekleştirecek gerekli bir birikimi altyapısı da vardı.  hatta kütahya'nın bir  köyünde, alaylı olarak edindiği bu birikim mekteplileri dahi şaşırtır, kıskandırırdı. (7:55)

 
 


pek çok şeye rağmen tutkusunu gerçekleştirdi. pek çoğumuzun yapamayacağı fedakarlığı yaptı.
























nuri bilge ceylan'da farklı bağlamda benzer ifadeleri kullanmış bir röportajında 




















şu an okumakta olduğum anı kitabı küller ve kemikler  













 



eserlerinin değerlendirildiği derleme çalışma Ahmet Uluçay Yönetmen Sineması




















kendisi ve sineması hakkında kapsamlı bilgi edinmek için 

 

filmleri

 karpuz kabuğundan gemiler yapmak   (basılı senaryo) 

kısa filmleri:

Minyatür Cosmosda Rüya

İnci Denizin Dibinde

Epileptic

Uzun Metrajın Resmi

Exorcist - (Şeytan kovma)

 bir şiiri

bir hikayesi

 

 

 














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder